|
|
Melek, Melekler ve Melekût Alemi
1. Bölüm
Hazırlayan: Akhenaton
(www.gizliilimler.tr.gg Admin)
Melekler (Alm. Engel, Fr. Augel, İng. Angels), Allah-u Teâlâ'nın nûrdan yarattığı, latif ve masum (kötülüklerden korunmuş), O'nun bütün emirlerini yapan, O'na hiç isyân etmeyen, kıymetli kulları.[1][2] Melek, “elçi, haber verici” veya “kuvvet” demektir.[2]
Allah-u Teâlâ, Kurân-ı Kerîm'de meâlen buyurdu ki; «Melekler, Allah'ın sözünün önüne geçmezler. Hep, O'nun emri ile hareket ederler.» [3]
«O'nun (Allah-u Teâlâ'nın) katındaki melekler, kendisine ibadet etmekten ne kibirlenirler ne de yorulurlar. Gece-gündüz hep Allah-u Teala'yı tesbih ederler, usanmazlar.» [4]
«Melekler, nûrdan; cinler, dumanı olmayan hâlis bir ateşten yaratıldı.» [5]
Melekler, Allah-u Teâlâ'nın kıymetli kullarıdır.Allah-u Teâlâ'nın emirlerine isyân etmezler. Emr olunduklarını iyi yaparlar.Evlenmezler, doğurmazlar, çoğalmazlar. Allah-u Teala'nın azameti, celâli ve büyüklüğünden korkudadırlar. Kendilerine verilen işleri yapmaktan başka işleri yoktur.[6][1]
Melekler, nûrânî cisimlerdir. Muhtelif şekillere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir, kıymetsizdir. Melekte nûr (ışık) kısmı, cinde ise alev maddesi fazladır. Meleklerin cinlere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir.[7][1]
Melekler, gözle görülmeyecek şekilde yaratılmış ama, izn-i ilâhî ile gözle de görülebilen nûrânî varlıklardır. Muhtelif şekillere girebilirler. Meleklerin bir kısmı nurdan (ışıktan, ziyâdan), yaratılmıştır. Melekler, latîf cisimlerdir. Gaz hâlinden daha latîftirler, nûrânîdirler. Diridirler. Akıllıdırlar. İnsanlardaki kötülükler, meleklerde yoktur. Onlarda nefis, gazap (kızgınlık), şehvet yaratılmamıştır. Yemek, içmek ihtiyaçları yoktur. Allah-u Teâlâ'yı tesbih ve zikr ederek yaşarlar. Gıdâları budur. Gazlar, sıvı ve katı olduğu gibi ve katı olunca şekil aldığı gibi, melekler de şekiller alabilirler. Melekler, büyük insanların bedeninden ayrılan ruhlar değildirler. Hıristiyanlar, melekleri böyle ruh sanıyorlar. Enerji, kuvvet gibi, maddesiz de değildirler.
Melekler her canlıdan önce yaratıldı. Onun için kitaplara îmândan önce, meleklere îmân edilmesi bildirildi. Kitaplar da peygamberlerden öncedir. Kur'ân-ı kerîmde de inanılacak şeylerin ismi bu sıra ile bildirilmektedir. İslâmiyet, meleklere şöyle îmân edilmesini bildirmektedir:
Melekler, Allah-u Teâlâ'nın kullarıdır. Ortakları değildir, kızları değildir. Kâfirler, müşrikler öyle sandılar. Allah-u Teâlâ hepsini sever, Allah-u Teâlâ'nın emirlerine itâat ederler. Bir an Allah-u Teâlâ'ya âsî olmazlar. Emrolunduklarını yaparlar. Onlarda günah işleyecek nefs-i emmâre yoktur (Bkz. Nefis). Allah-u Teâlâ, Tahrim sûresi 6. âyetinde meâlen; “Allah, onlara ne emir ettiyse, O'na isyân etmezler ve emir edildikleri şeyi yaparlar.”
Melekler, ibâdet etmekte gevşeklik, tembellik, usanma göstermezler. Enbiyâ sûresi 20. âyetinde meâlen; “Gece-gündüz hep Allah-u Teâlâ'yı tesbih ederler, usanmazlar.” buyruldu. Erkek ve dişi değildirler. Evlenmezler. çocukları olmaz. Melekler, hayat sâhibi, diridirler.
Melekleri inkâr etmek, onlara düşman olmak, küfürdür. Allah-u Teâlâ'ya karşı gelmek olur. Bakara sûresi 92. âyetinde meâlen; “Kim Allah'a, meleklerine, peygamberine, Cebrâil'e, Mikâil'e düşman olursa, bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır.” buyruldu.
Sayısı en çok olan mahlûk, meleklerdir. Bunların sayılarını Allah-u Teâlâ'dan başka kimse bilmez. Göklerde, meleklerin ibâdet etmedikleri, boş bir yer yoktur. Göklerin her yeri kıyamda, rükûda veya secdede olan meleklerle doludur. Göklerde, yerlerde, otlarda, yıldızlarda, canlılarda, cansızlarda, yağmur damlalarında, ağaçların yapraklarında, her molekülde, her atomda, her reaksiyonda, her harekette, her şeyde meleklerin vazîfeleri vardır. her yerde, Allah-u Teâlâ'nın emirlerini yaparlar.[8][1][2]
Allah-u Teâlâ ile mahlukları arasında vâsıtadırlar. Bâzıları, başka meleklerin âmiridir. Bâzıları, insanların peygamberine haber getirir. Bâzıları, insanların kalbine iyi düşünce getirir ki, buna “ilhâm” denir. Bâzılarının, insanlardan ve bütün mahluklardan haberi yoktur. Allah-u Teâlâ'nın cemâli karşısında kendilerinden geçmişlerdir. Her birinin belli yeri vardır. Oradan ayrılmazlar. Bâzısının iki, bâzısının dört veya daha çok kanadı vardır. Her hayvanın kanadı ve tayyârelerin kanatları, kendilerinin yapısında olup, birbirlerine benzemediği gibi, meleklerin kanadı da, kendi cinslerindendir. Meleklerin kanatları vardır. İnanılır, fakat nasıl olduğu bilinmez. İnsan, görmediği, bilmediği bir şeyin adını işitince, bunu bildiği şeyler gibi sanıp aldanır. Kiliselerde ve bâzı mecmua ve filmlerde, melek diye görülen kanatlı kadın resimleri uydurmadır. İslâmiyet böyle resim yapmayı yasaklamıştır. Cennet melekleri, Cennet'tedir. Bunların büyüklerinin adı “Rıdvan”dır. Cehennem meleklerine “Zebânî” denir. Bunlar, Cehennemde emrolunan vazîfelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Deniz, balığa zararlı olmadığı gibidir. Cehennem zebânîlerinin büyükleri on dokuzdur. En büyüğünün adı “Mâlik”tir.
Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, “Kirâmen kâtibîn” veya “Hafaza melekleri” denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir ve iyi işleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar. Kabirlerde, kâfirlere ve âsî Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde suâl soracak melekler vardır. Suâl meleklerine “Münker ve Nekir” denir. Müminlere soranlara “Mübeşşir ve Beşir” de denir.
Meleklerin birbirlerinden üstünlükleri vardır. En üstünleri dörttür. Bunların birincisi “Cebrâil” aleyhisselâmdır. Bunun vazîfesi peygamberlere vahiy getirmek, emir ve yasakları bildirmektir. İkincisi, Sûr denilen boruyu üfürecek olan “İsrâfil” aleyhisselâmdır. Sûra iki defâ üfürecektir. Birincisinde, Allah-u Teâlâ'dan başka her diri ölecektir. İkincisinde, hepsi tekrar dirilecektir. Üçüncüsü “Mikâil” aleyhisselâmdır. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk, ekonomik düzen yapmak, ferahlık ve huzur getirmek ve her maddeyi hareket ettirmek, bunun vazîfesidir. Dördüncüsü, “Azrâil” aleyhisselâmdır. İnsanların rûhunu alan budur. Fârisî dilinde rûha, cân denir.
Bu dört melekten sonra üstün olan dört sınıftır: “Hamele-i Arş” denen melekler, dört tânedir. Kıyâmette sekiz olacaktır. Huzûr-ı ilâhîde bulunan meleklere “Mukarrebîn”, azâp meleklerinin büyüklerine “Kerûbiyân”, rahmet meleklerine “Rûhaniyân” denir. Bunların hepsi, meleklerin, havâssı, yâni üstünleridir. Bunlar, peygamberlerden başka, bütün insanlardan daha üstündür. Müslümanların sâlihleri ve velîleri, meleklerin avâmından, yâni aşağılarından daha efdal, daha üstündür. Meleklerin avâmı, Müslümanların avâmından, yâni âsi ve fâsıklarından efdaldir.[2]
A. 4 Büyük Melek
A.1. Azrail (Melekü'l-Mevt, Ölüm Meleği)
Dört büyük melekten biri. Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt (ölüm meleği) terimi kullanılmaktadır. Bu büyük meleğin emrinde yardımcı melekler de vardır.[9][10] İslam dininde canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allah-u tealadır. Azrail Aleyhisselam ölüm hususunda bir sebeptir, vasıtadır.
Azrail Aleyhisselam kıyamete kadar bütün canlıların canını almaya ya bizzat kendisi veya emrindeki meleklerle devam eder. Dinimiz, Azrail aleyhisselamın salih ve temiz Müslümanların ruhunu (canını) alırken onlara çok güzel şekliyle görünüp müjdeler verdiğini ve acı duymayacak şekilde ruhlarını cesetlerinden ayırdığını bildirmektedir.
Günahkarların canı, acı ve ızdırap verilerek alınır. İbrahim Aleyhisselam, Azrail aleyhisselamın günahkarların canını alma halindeki suretini görünce; "Ey can alıcı melek! Bir günahkar senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter." demiştir. İslam dininden olmayanlar ile mürted (dinden çıkmış) ve sapıkların canları Azrail aleyhisselamın Naziat ismindeki yardımcıları tarafından alınır. Bunların canları çıkarken dalları en ince sinir uçlarına kadar ulaşan dikenli bir çalının çekilerek boğazından çıkarılmasından daha şiddetli acı çekecekleri bildirilmiştir.
Azrail Aleyhisselam; kıyamet koptuktan sonra, bütün meleklerin de canını alacak; en son Allah-u teala da onun canını alacak ve Allah-u tealadan başka hiçbir canlı kalmayacak. Daha sonra bütün canlılar diriltilecek ve hesaba çekilecekler, sonunda; iman ve amellerine göre Cennet veya Cehennem'e gönderileceklerdir.[10]
"De ki; üzerinize memur edilen ölüm meleği, canınızı alır. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz. " [11]
Azrail (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki öteki melekler gibidir. Dört büyük melekten birisidir. O yalnızca kendisine verilen emri yerine getirir ve eceli tamam olmuş kulların ruhlarını alıp bu ruhu isteyene götürür. Onun emrinde de bazı melekler vardır. Bu melekler de kendilerine Allah-u Teâlâ tarafından ulaştırılan emirleri yerine getirirler.
"... Nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar hiç geri kalmazlar." [12]
Kur'an-ı Kerîm'de, meleklerin kâfir olan bir kul ile mümin olan bir kulun canlarını alışları tasvir edilmektedir. Kâfirlerin can verişleri, şöyle tarif edilmektedir:
"Melekler, kâfirlerin canlarını alırken onları görseydin... Onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar: Haydi, yangın (Cehennem) azabını tadın diyorlardı." [13]
Nâşitat meleklerinin müminlerin canlarını da tatlılıkla alışları şöyle ifade edilmektedir:
"Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere de: Selâm size, yaptıklarınıza karşılık Cennet'e girin' derler." [14][9]
A. 2. Cebrail
Peygamberlere vahiy getirmek, Allah-u teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Dört büyük melekten birisi ve en üstünü.
Cebrâil aleyhisselâmın ismi Kur'ân-ı kerîmde geçmekte olup, ayrıca Cibrîl, Rûh-ul-Emîn ve Rûh-ul-Kuds diye de zikredilmektedir. Cebrâil kelimesi lügatte "Allah-u teâlânın kulu" mânâsındadır. Cebrâil'e ayrıca Nâmûs-ı Ekber de denilmiştir. Cebrâil aleyhisselâmın vazîfesi peygamberlere vahiy getirmektir. Cebrâil Aleyhisselam Peygamber efendimize Mekke yakınındaki Hira Dağında ibâdet ve tefekkürle meşgul iken gelerek ilk vahyi getirmiştir. Allah-u teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: "(Ey Muhammed!) Yaratıcı Allah-u teâlânın adı ile oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan (alaktan) yarattı! Oku, Allah-u teâlâ büyük kerem sâhibidir. O, kalemle öğretir, bilmediklerini öğretti." [15]
Cebrâil Aleyhisselam her şekle girebilirdi. Peygamber efendimize aslî şekliyle, biri Hira Dağında ve diğeri Mîraç esnâsında Sidret-ül-müntehâda olmak üzere iki defâ görünmüştür. Cebrâil Aleyhisselam ekseriyâ Eshâb-ı kirâmdan Dıhye-i Kelbî sûretinde gelmiştir. Cebrâil Aleyhisselam yirmi üç yıla yakın bir sürede Kur'ân-ı kerîm âyetlerini peyderpey ve çeşitli şekil ve sûretlere girerek getirmiş, Peygamber efendimizin mübârek kalbine ulaştırmıştır. Bu husûsta Allah-u teâlâ buyurdu ki:
"Ey Resûlüm söyle! Her kim Cibrîl'e düşman ise, kininden helâk olsun. Gerçekten Cibrîl daha önce indirilen kitapları tasdîk etmekte olan Kurân'ı kerîmi Allah'ın izniyle senin kalbine indirdi ve Kur'ân-ı kerîm doğru yolu gösterici, müminlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir." [16]
Cebrâil Aleyhisselam her sene bir kere gelip o âna kadar inmiş olan Kur'ân-ı kerîmi Levh-il-Mahfûz'daki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi. Peygamber efendimiz âhirete teşrif edeceği sene, iki kere gelip tamâmını okumuştur. Âdem aleyhisselâma on iki kere, Nuh aleyhisselâma elli kere, İbrâhim aleyhisselâma kırk kere, Mûsâ aleyhisselâma dört yüz kere, Îsâ aleyhisselâma on kere, Muhammed aleyhisselâma yirmi dört bin kere gelmiştir.[17]
A.3. Mikail
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen dört büyük melekten birisi. Mikâil kelimesi, Ahd-i Atik (Tevrat)'ta "Mikael" biçiminde geçmektedir. Mikâil'in "büyük reis", "İsrail oğullarının hamisi" [18] olduğu zikredilmektedir. İsrail oğullarını, İranlılara [19], Yunanlılara [20] karşı koruyan da Mikâil'dir.
Mikâil kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bir âyette, Mikâl şeklinde geçmektedir. "Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkar edenlerin düşmanıdır" [21] buyurulmaktadır.
Yahudilerin ve Müslümanların Mikâil hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili bulunan iki rivayete göz atmakta yarar vardır:
1- Hz. Peygamber (S.A.V.), Medine'ye hicret ettiği zaman Fedek Yahudilerinden Abdullah İbni Suriya bir kaç kişiyle birlikte gelir ve bazı sorular sorar. Hz. Peygamber (S.A.V.), onların sorularını cevaplandırır. Yahudiler, cevapları olumlu bulurlar ve kabul ederler. Son olarak kendisine hangi meleğin vahiy getirdiğini sorarlar Hz. Peygamber (S.A.V.)'de "Cebrail" cevabını verir. Yahudiler buna şiddetle itiraz ederler, "O bizim düşmanımızdır" derler. Gerekçe olarak Cebrail'in "Kıtal ve Şiddet", Mikail'in ise "müjde, ucuzluk, bolluk" getirdiğini ileri sürerler.
2- Yahudiler, Hz. Ömer'e sorular sorarak cevaplar alırlar. Hz. Peygamber (S.A.V.)'e vahiy getiren meleği sorarlar. O da "Cebrail" der. Yahudiler "vahiy getiren Mikail olsaydı ona inanırdık" derler. Hz. Peygamber (S.A.V.)'e inanmamalarının sebebini ona vahyi Cebrail'in getirmesine, Mikâil'in getirmemesine bağlarlar. Cebrail'in "azap, kıtal, şiddet", Mikail'in "ucuzluk, bolluk, refah" getirdiğini ileri sürerler.
Müslümanlar, Cebrail'in ve Mikail'in büyük meleklerden olduğuna inanırlar. Her ikisini de dost kabul ederler. Bunlardan birisine dost olup diğerine düşman olmak melekler hakkındaki İslam inancına ters düşer. Her iki melek de Allah'ın elçisidir. Allah'tan aldıkları görevleri yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu yükümlülüğün dışına çıkmaları da mümkün değildir. Allah evrende meydana gelen olayların (tabiî olayların) idaresini Mikail'e vermiştir. Tabiat olaylarını idare etmek, yağmuru yağdırmak, rüzgârı estirmek böylece, bitkilerin üretimini sağlayarak, insanların ve diğer canlıların rızklarını tayin etmek Mikail'in başlıca görevleridir.[22]
A.4. İsrafil
Kıyâmet günü sûr denilen boruyu üfürecek olan melek. İsrâfil Aleyhisselam dört büyük melekten biridir. İki defâ sûra üfürür. Birincisinde Allah-u teâlâdan başka her diri ölecek, ikincisinde ise hepsi yeniden dirilecektir. Allah-u teâlâ Zümer sûresi 68. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: “Kıyâmetin yok edici sûrundan sonra, ikinci bir sûr üflenir. Bu sese bütün beşeriyyet tâbi olur. Bu emirle kalkıp hâzır olurlar.”
İsrâfil Aleyhisselam ilk defâ sûra üfürünce sûrdan büyük bir ses çıkarak yedi kat göklere ve yerin her tarafına ulaşacaktır. İşitenlerin hepsi, yerde olsun göklerde olsun, ölecektir. İnsanlar bu esnâda birbirlerine vasiyet bile edemeyecekler ve çarşıda olanların evlerine gelemeyecekleri bildirilmiştir. Sûr, mâhiyeti insanlarca bilinmeyen bir borudur.
Kur'ân-ı kerîm'de sûrun üfürülmesiyle ilgili Yâsîn sûresi 48'den 53'e kadar olan âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:
(Yine Mekke kâfirleri şöyle) diyorlar: Bu kıyâmetin vaadi ne zaman? Eğer doğru söyleyiciler iseniz! Onların beklediği sâdece sayhâdır (Sûra ilk üfürülüştür). Onlar birbirleri ile çekişip, dururlarken, kendilerini yakalayıverir. O zaman bir vasiyet (söz) bile yapamazlar, âilelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler. (Bir de ikinci defâ) sûra üfürülmüştür. Artık bakarsın ki, onlar, kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşuyorlar. “(Kâfirler) Vah başımıza gelenlere!.. Kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu (kıyâmet) Rahmânın vaat buyurduğu şey. Gönderilen peygamberler meğer doğru söylemiş.” derler. (Bu son nefha) ancak bir tek sayhadan ibârettir. Onunla mahlûkâtın hepsi toplanıp (hesap için) huzûrumuza gelirler. Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Sâdece (hayırdan ve şerden) yaptıklarınızın cezâsını çekeceksiniz.
Hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyurdu ki: "İsrâfil Aleyhisselam, sûru ağzında lokma gibi tutup, kulağını açıp Allah-u teâlâdan izin bekler, durur. Ben nasıl rahat olurum?" Bu haber, Eshâb-ı kirâma çok tesir etti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (S.A.V.): “Hasbünallahü ve ni'mel vekîl.” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.) deyiniz.” buyurdu.[23]
B. Diğer Melekler
B.1. Münker ve Nekir
kabirde, ölüye suâl soracak iki meleğin adı. Lügatte, nasıl olduğu bilinmeyen mânâsınadır. Münker ve Nekir, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip suâl soracaktır. Kabir suâli haktır, doğrudur. Hadîs-i şerîfte, buyruldu ki: “Ölü kabre konulunca yanına iki siyah ve gök gözlü melek gelir. Birine Münker, diğerine Nekir denir. Peygamber olarak gönderilen Muhammed Aleyhisselam hakkında ne dersin, derler. Eğer mümin ise, Allah-u teâlânın kulu ve resûlüdür, şehâdet ederim ki, Allah-u teâlâ birdir. Muhammed (Aleyhisselam) O'nun Resûlüdür, der. Mezarını enine boyuna yetmiş arşın büyütürler. Nur ile doldururlar. Neşeli uyu, seni en çok sevdiğinden başka hiçbir şey uyandırmaz, derler. Münâfık ise bu suâle bilmiyorum, insanlardan işittim, bir şeyler söylediler, ben de söylerdim, der. Bunun üzerine toprağa, onu sıkıştır, denir. Kaburga kemikleri birbirine geçer, böylece âhirete kadar azâp içinde kalır.”
Ölü, kabre konulduğunda ilk defâ “Rûmân” adındaki melekle karşılaşır. Abdullah ibni Mes'ûd R.A. haber veriyor ki: Birgün Peygamber efendimize, (Yâ Resulullah! Ölü kabre konduğu vakit, ilk karşılaşacağı şey nedir?) diye sual ettim. Resulullah buyurdu ki: “Ey İbn-i Mes'ûd! Bunu senden başka kimse, bana sormadı. Ancak sen suâl ettin. Ölü kabre konulduğu vakit, önce bir melek nidâ eder, O meleğin ismi Rûmân'dır. Kabirlerin arasına girer. Der ki: Ey Allah'ın kulu! Amelini (dünyâda iken yaptıklarını) yaz! O kimse der ki: Benim burada ne kâğıdım var, ne dividim (kalemim) var, ne yazayım? O melek der ki; bu söz kabûl edilmez. Senin kefenin kâğıdındır. Tükürüğün mürekkebindir. Parmakların kalemindir. Melek, kefeninden bir parça kesip verir. O kul, dünyâda her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevâbını ve günâhını âdetâ o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer, o ölünün boynuna asar.” Bundan sonra Resulullah efendimiz; “Her insanın yaptığı işleri gösteren sahîfelerini biz boynunda kıldık.” [24] âyet-i kerimesini okuyuverdi. Rûmân'dan sonra, güzel sûrette ve güzel kokulu, güzel elbiseli olarak ameli gelir. (Beni bilmez misin?) der. O da der ki: “Sen kimsin ki, Allah-u teâlâ seni benim garipliğim zamânında bana ihsân eyledi?” O da der ki: “Ben senin sâlih işlerinim. Korkma, mahzûn olma! Bundan biraz vakit geçtikten sonra, Münker ve Nekir melekleri gelirler ve sana suâl ederler. Onlardan korkma!” der.
Bundan sonra, Münker ve Nekir gelirler. Bu meleklerin şekilleri insanlardan, hayvanlardan, diğer meleklerden ve cinlerden hiçbirine benzemez. Onlarla yakınlık, ahbaplık arkadaşlık olmaz. Onları gören korkar. Çok heybetlidirler. İnsan şeklinde görünürler. Yüzleri oldukça siyah, gözleri mâvi, dişleriyle yeri yararlar. Başlarının tüyleri yer üzerine sarkmış sürünür. Sözleri gök gürler gibi, gözleri şimşek çakar gibidir. Solukları da şiddetle esen rüzgâr gibidir. Bütün insanlara suâl ederler. Çünkü Allah-u teâlâ onlara öyle kuvvet ve özellik vermiştir ki, aynı anda, birçok yerde, birçok kimseye suâl ederler. Muhâtabı olan ölüler, sözlerini işitip, kendinden başka orada bulunanı anlamayıp, kendi suâliyle meşgûl olur. Bâzı âlimler, suâl meleklerinin sayıları çoktur dediler.
Ölü kabre konulunca, bilinmeyen bir hayatla dirilecek, rahatlık veya azap içinde kalacaktır. Bu hâl, Münker ve Nekir'in suâllerine göre tâyin edilecektir. Bu iki melek, kabirdeki ölüye, “Rabbin kimdir? Dînin nedir? Peygamberin kimdir? Kitâbın nedir? Kıblen neresidir? İtikatta mezhebin nedir? Amelde mezhebin nedir?” suâllerini veya bütün îmân bilgilerini sorarlar. Îmânı, îtikâdı doğru olanlar güzel cevap vereceklerdir. Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennet'ten bir pencere açılacaktır. Sabah akşam, Cennet'teki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. Cevâbı iyi olmazsa, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahlûk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennem'den bir delik açılır. Sabah akşam oradaki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azaplar çeker.
Mümin, münâfık ve bidat ehli (sapık inançlı) olan bütün insanlara kabir suâli vardır. Müminlerden dokuz kimseye suâl olmaz: Şehit, düşman karşısında nöbetteyken ölen, vebâ, kolera gibi bulaşıcı hastalıktan ölen, böyle hastalıklar yayıldığı zaman kaçmayıp, sabrederek başka sebeple ölen sıddıklar, bâliğ olmayan çocuklar, Cumâ günü ve gecesi ölenler, her gece Tebâreke ile Secde sûresini okuyanlar ve ölüm hastalığında İhlâs sûresini okuyanlara kabir suâli olmaz. Peygamberler aleyhimüsselâm da, Sıddîklara dâhildir. Birkaç gün tabutta kalan mevtâya tabuttayken suâl olmaz. Suâl kabirde olur. Kabirde Münker ve Nekir meleklerine cevap olarak şunları ezberlemelidir: Rabbim Allah-u teâlâ, Peygamberim Muhammed Aleyhisselam, dînim din-i İslâm, kitâbım Kur'ân-ı azîmüşşân, kıblem Kâbe-i şerîf, itikatta mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ'at, amelde mezhebim İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'dir. Hadîs-i şerîflerde; “Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe yâhut Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” ve “Kabir azâbından Allah'a sığınırız.” ve “Üzerinize idrâr sıçratmayınız! Çok kimseye kabir azâbı bundan olacaktır.” ve “Meyyit, ehlinin, evlâdının ağlamalarından azap duyar.” buyruldu. Resulullah iki kabir yanında durup; “Bunlardan biri, idrâr sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, Müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azâbı çekiyorlar.” buyurdu. Ölürken kaç yaşında olursa olsun, Cennet'te erkekler de, kadınlar da hep otuz üç yaşında olacaktır.[25]
B.2. Kirâmen Kâtibîn (Hafaza Melekleri)
İyi ve kötü her yapılanı gözetip hıfz etmek ve korumakla görevli melekler. Hafaza ve hâfızîn, hâfız kelimesinin çoğuludur. Gözetlemeye memur melekler insandan hiç ayrılmaksızın her an onu murakabe etmekte ve her hareketini yazmaktadırlar. Bütünüyle bu işin nasıl olduğunu da bilemediğimiz gibi keyfiyetini bilmekle de mükellef değiliz.
"Hafızın" gözetleyici, amelleri ezberleyen, muhafaza eden ve koruyan anlamında tefsîr edilmiştir. Âyette hafaza melekleri "kirâmen" değerli, şerefli sıfatlarıyla anılmıştır. Melekler Allah katında şerefli ve değerlidirler.[26] Bu suretle kalplerde o şerefli meleklerin yanında utanma ve toparlanma hissi uyarılmak istenmiştir. Zira insanoğlu yüksek mevkide bulunanların huzurunda söz, hareket ve davranış bakımından bir hata yapmamak hususunda son derece dikkatli ve itinalı hareket eder. "Kirâmen" vasfıyla anlatılan meleklerin her an ve her durumda kendilerini gözetlediğini bilen kimselerde huy ve davranışlarını dikkatle ve güzel bir şekilde yapmalarıdır.
Yaptığınız bütün işler melekler tarafından muhafaza edilmektedir.
"Yaptığınız bütün hileleri meleklerimiz kaydediyor" [27]
"İnsanın arkasında ve önünde, Allah'ın emriyle onu koruyan ve yaptıklarınızı kaydeden melekler vardır" [28]
Rasûlullah (S.A.V.) hafaza meleklerinin vazifelerini anlattığı bir hadiste şöyle buyurur: "Bir Müslüman bir rahatsızlığa düşünce Allah onu koruyan hafaza meleklerine şöyle emreder: " Kulumun her gün ve gecede yaptığı iyiliklerin sevabını ona bu hastalık müddetince yazın" [29]
Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Allah, bu meleklere "kullarım ne yapıyorlar?" diye sorar. Melekler; "Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda da namaz kılıyorlardı" derler.[30]
İnsanın sağ ve sol omuzlarında bulunan hafaza melekleri insanın günah ve sevaplarını kaydederler. Bu melekler insandan cima, helâ ve gusül anında bu haller bitinceye kadar ayrılırlar. Hz. Peygamber (S.A.V.) "Sizden hela ve cima hali hariç ayrılmayan Kirâmen Kâtibin'e saygı gösterin. İçinizden biri banyo yaptığında bir bez parçası ile avret mahallini örtsün" Hz. Ali (R.A.) da şöyle buyuru: "Avret mahalli açık olduğu melek kişiye yaklaşmaz" "Örtüsüz hamama girilince iki meleği kişiye lanet eder".[31]
Âlimler, helâ ve cimâ halinde hafaza melekleri bulunmadığından dolayı, konuşmayı câiz görmemişlerdir.
Bazı âlimler kâfirlerin hafaza meleklerinin olmayacağını, çünkü onların durumunun belli olduğunu, amellerin yalnızca kötülük olduğunu, sağlarında bulunan meleklerin mü'min olmadıklarından hayır yapamayacağını ileri sürmüşlerdir. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: "Mü'minler alametlerinden tanınırlar" [32]
Ancak genel olarak İslâm âlimleri kâfirlerin de hafaza meleklerinin olduğunu kabul etmişlerdir. Allah Teâlâ: "Kitabı solundan verilene gelince..." [33] "Kitabı arkasından verilene gelince..." ([34] buyurmuştur. Bu âyetler kâfirlerin kitaplarında hafaza melekleri tarafından yazıldığını gösterir. Sağda bulunup hayır yazan melekler de kendisi bir şey yazmasa da solda bulunan meleğe kâfirlerin kötülüklerini yazarken şâhitlik yapar.[35]
Hz. Peygamber (S.A.V.): "Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Kulum bir günah işlemeye karar verirse onun cezasını yazmayın. Şayet o kötülüğü işlerse ona bir günah yazın. Bir iyilik yapmaya karar verirse yapmasa bile ona bir iyilik yazın. Yaparsa on iyilik yazın " der.[36]
Bu kudsî hadiste bildirilen karar vermek duygularla ilgili bir özellik olduğu için bunu hafaza melekleri nasıl tespit ederler meselesi tartışılmıştır. Bu husus Süfyan es-Sevrî'ye sorulunca şöyle cevaplandırmıştır: "Kul iyiliğe karar verince ondan bir misk kokusu yükselir. Kötülüğe karar verince de leş kokusu yükselir. Bunu melekler duyar ve yazarlar".[37] Nitekim âyet-i kerime de şöyle buyrulmuştur. "Hatırla ki (insanın) sağında ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki melek vardır. İnsan bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında (hayır ve şerrini) görüp gözetlemeye hazır bir (melek) vardır" [38]
Hafaza melekleri, sağ ve sol tarafta bulunan melekler Allah katında değerli, şereflidir. Kul helâ, cimâ', banyo gibi avret mahallerinin açılmasına sebep olacak hallerde olunca bu melekler geçici olarak ayrılır.[39]
Allah-u teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Hâlbuki üzerinizde gözetleyici, amellerinizi yazan (Allah indinde) Kirâmen kâtibîn melekleri vardır. (Ki onlar, hayır ve şerden) işlediklerinizi (yaptıklarınızı) bilirler.[40]
Kirlenince çabuk gusül (boy) abdesti alın! Çünkü, Kirâmen kâtibîn melekleri cünüp gezen kimseden incinir.[41] Kirâmen kâtibîn denilen meleklerden sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir ve iyi işleri, ibâdetleri yazar. Soldaki melek, kötülükleri yazar.[42] Kirâmen kâtibîn, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar. Helâda iken yapılanları, Allah-u teâlâ meleklere bildirir. Helâdan çıkınca yazarlar.[43] Bir kimseye selâm verirken, çok kimseye verir gibi vermelidir. Çünkü mü'min yalnız değildir. Kirâmen kâtibîn adındaki iki melek, onunla berâberdir.[44][45]
B.3. Harut ile Marut
B.4. Hamele-i Arş Melekleri
Arşı taşıyan melekler Allah-u Teâlâ'nın Arş'ı taşımakla vazifelendirdiği sekiz müvekkel melek Arşın mahiyetini bilmediğimiz gibi bu meleklerin arşı taşıma keyfiyetini de bilemiyoruz "Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir Melekler onun çevresindedir Ve o gün Rabbinin Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir" [46] Bu âyette anlatılan olay, müteşâbihdir Nasıllığı hakkında izahlar, sahih rivâyetlerin ötesinde fazla bir kıymet taşımaz Bu melekler, "Sübhanallâhi ve bihamdihî" diyerek Arş'ı tavaf ederler
Hz Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem konusunda bana izin verildi Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır" [47] : Abdullah b Amr "Arş'ı taşıyan melekler sekiz tanedir" der Sa'id b Cübeyr âyetteki "sekiz melek" ifadesini sekiz saf melek olarak tefsir etmiştir Bu meleklere Allah-u Teâlaya yakın ve meleklerin efendileri olmalarından dolayı Kerûbiyyûn melekleri denilir İbn Abbâstan nakledilen bir rivâyete göre Kerûbiyyûn melekleri, sekiz bölümdür Onlardan her bir cinsinin insan, cin, şeytan ve melek gücü kadar gücü vardır.[48]
"Arşı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin bağışlanmasını isterler Rabbimiz ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın; tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla ve onları Cehennem azabından koru" [49] Bu âyetin tefsirinde İbn Kesîr, "Allah-u Teâla, Arş'ı taşıyan dört mukarrebûn melek ile onların çevresindeki "Kerûbiyyûn melekleri'nin Allah'ı tesbihle Rablerine hamd ettiklerini haber verir" der Bu âyete dayanılarak meleklerin sayısının dört olduğu iddia edilmiştir.[50]
Hasan-ı Basrî, Hamele-i Arş meleklerinin sayısının sekiz mi sekiz bin mi olduğunun ancak Allah tarafından bilinebileceğini söyleyerek meseleyi Allah Teâla'nın ilmine havale eder Sa'lebî'nin rivâyet ettiği bir hadîste Hz Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur
"Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur" [51]
İbn Sina, "Melâike" risalesinde Arş'taki meleklerin tesbih ve tahmid ile Rablerine kulluk ettiklerini ve mü'minler için istiğfar ve duada bulunduklarını kaydeder Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö.1780) "Allah dört büyük melek yaratmıştır, bunlar Arş'ı taşır, Hamele-i Arş denilen bu meleklere Kerûbiyyûn da denilmiştir Allah'ın yanında bütün meleklerden daha üstün ve faziletlidirler İsrafil de bu meleklerdendir, İsrafil diğer üçünden daha üstündür" der.[52][53]
B.5. Rıdvân (Hazin)
Allah'a yakın mukarreb meleklerden biri de 'Hâzin'dir. Hâzin, Cennet'i denetleyen, gözeten meleğin adıdır. Efendimiz bir hadislerinde 'Hâzin'den bahsetmekte ve şöyle buyurmaktadır: 'Cennet'in kapısına gelir ve açılmasını isterim. Hâzin sorar: 'Sen kimsin?' Cevap veririm: 'Ben Muhammed (S.A.V.)'im. Hâzin, sözüne şöyle devam eder: 'Ben bu kapıyı senden evvel hiç kimseye açmamaya emrolundum'.
Hazeneleri (bekçi) onlara; 'Selam size, (ne) hoşsunuz, ebedî kalmak üzere buraya girin' dediler.' [54]
İttika edenler, takva dairesine giren mü'minler zümre zümre, grup grup Cennete sevk olunurlar. Cennete geldiklerinde kapıları ardına kadar açık bulurlar. Her grup, dünyada kazandığı kurbiyete göre kendilerine ait kapıdan da ve Rıdvan yurdu olan Cennete, Cenâb-ı Hakk'ın cemalini seyretmek üzere girerler. Cennet nedir? Orada Cenab-ı Hakk'ın cemal ve kemali nasıl seyredilir? Bütün bunlar bizim ölçü ve kıstaslarımızla ölçülüp tartılamayacak şeylerdir.
Cennete girerken mü'minler, meleklerden selam alacaklar. Melekler 'ne güzel yaşadınız, ne güzel şeyler yaptınız, yaptınız da Rabbinizi hoşnut ettiniz' [54] diyecekler.
'Tıbtüm' kelimesi aynı zamanda insana 'kelime-i tayyibe'yi hatırlatır. Kurân, 'Kelime-i tayyibe'yi, 'şecere-i tayyibe'ye, yani güzel bir ağaca benzetir. Kökü sabit, dalları ise semâdadır. Bu ağaç her mevsim meyve verir. Mü'minin ameli de böyle nûrânî ağaç gibidir. Mü'min böylece kısacık dünya hayatına amellerindeki bereket ve yümünle ebediyet mührü vurmuştur. Çünkü onun niyeti ebedî kulluktur. Şimdi de o, bu niyetinin mükâfatını ebedî Cennet kazanmakla elde etmiş olacaktır.
İnsan ki fânidir. İnsan ki, cismaniyet yönüyle herhangi bir varlıktan farksızdır. Halbuki o böyle geçici bir hayatı, ebedî yapmasını bilmiştir. Yani o, Hâlık'ın vücudunun gölgesinden ibaret olan ebediyet mefhumunu öğrenmiştir. İşte bu büyük manayı idrakin mükâfatı olarak, Cennet kapısında karşılanmakta ve Cennet bekçileri ona ve onun gibi olanlara; 'Selâm size, siz ne güzel şeyler yaptınız, ebedî olarak şimdi girin Cennete' demektedirler. O Cennet ki orası bütünüyle güzellerin ve güzelliklerin yurdudur. O Cennet ki, bütün güzeller ve güzellikler cemâlinin birer cilvesi olan Ezelî ve Ebedî Güzel orada müşahede edilecektir.
Bazı hadislerde, cennet muhafızlarının başında bulunan meleğe 'Hâzin' bazı hadislerde de 'Rıdvan' denilmektedir.
Rıdvan, Cenâb-ı Hakk'ın insanlara verdiği nimetlerin ufuk noktasıdır.
Kur'an-ı Kerim'de bu hakikate şöyle işaret edilir: 'Mü'min erkek ve kadınlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler va'dedilmiştir. Allah'ın razı olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur.' [55]
Cehennemden kurtulur, Cennete girer, Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini seyreder, peygamberlerin gül yüzlerini görüp kendinizden geçer ve hilkatin gayesini, fıtratın neticesini bütün çıplaklığı ile idrâk edersiniz. Ama, bütün bunların sonunda, her an sizin için Gadab-ı İlâhî söz konusu ise, Cennetle birlikte kavuştuğunuz her nimet, acı bir azap hissi de uyarabilir. Dolayısıyla da siz, böyle bir atmosfer ve iklimin içinde, Cennetten dahi, istenen ölçüde zevk alamaz ve yine istenen ölçüde sevinemezsiniz. Zira, her an nimetlerin nikmete (azap) dönüşmesi mümkündür. Bu imkan ve ihtimal ise başka değil, ancak ızdırap ve acı yüklüdür. Acı ve ızdırabın zerresi dahi bulunan yere Cennet denemez. Öyle ise, kendi manasıyla Cennet, Cenâb-ı Hakk'ın gadab ihtimalinin dahi kalkmasıyla gerçekleşecektir.
Zaten, İlahî gadabın devam ettiği bir yere Cennet demek de mümkün değildir. Zira gadab-ı İlahî dünyada bela ve musibet olarak tecelli ettiği gibi, ahirette de Cehennem olarak tecelli edecektir. Onun içindir ki, bir hadis-i şerifte, Cenab-ı Hakk'ın Cennet ehline:
'Bundan böyle ebediyyen gadablanmayacağım' diyeceği rivayet edilir ki, bu nokta çok mühimdir. Yani Cennet ehli için İlâhî gadab söz konusu değildir. Nasıl olur ki, Cenab-ı Hakk'ın rıza ve hoşnutluğu kuşatmıştır Cenneti. Ve Rabbin rızasını elde etmiştir Cennet ehli. Rıza ki, bütün nimetlerin en büyüğü, en değerlisi, en kıymetlisi.. ve Cennet nimetlerinin de sonu, nihayeti, neticesidir..
Cennete girecek insanlara yapılan hitapta da 'rıza' manasına özellikle işaret edilmiştir. Mutmainne olmuş nefse, 'Dön Rabbine, O senden, sen de O'ndan razı olarak' [56] denilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, Cennet, bütünüyle bir 'rıza' otağıdır. Cenâb-ı Hakk rızasıyla oraya tecelli etmekte, oraya girecekler de Rablerinden razı olarak oraya girmekte ve Cennete 'Rıza' manasına 'Rıdvan' bekçilik etmekte.. ve adetâ Cennet gergefinde hep 'rıza' mekiği işlenmekte.. Dünyada iken Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmış olanlar, Cennette, Cennet bekçileri ve onlara nezâret eden 'Rıdvan' tarafından karşılanırlar. Bu karşılama kişinin ameliyle orantılı olarak ayrı bir ihtişam kazanır. Şehit ise, melekler tarafından çepeçevre kuşatılır. Kur'an, Uhud'da şehit düşenler ve bilhassa Mus'ab b. Umeyr hakkında nazil olan ayette şöyle buyurur:
'Melekler de her kapıdan (onların) yanlarına varırlar.' [57]
Yani, aziz şehit, güller, demetler arasında Cennete götürülüyor. Cennete ait bütün menfezlerden melekler başlarını uzatarak ona 'Hoş geldin' manasına 'Selamün aleyküm bima sabertüm' diyorlar. Bazı melekler ise ona yaklaşma payesini elde ediyor. Yanına kadar varıp ona tebrikte bulunuyorlar. Selam verip ona ait makamla gözleri kamaşmış gibi 'Ne güzel yurt, ne güzel yuva' [58] sözleriyle durmadan hayret solukluyorlar.[59]
B.6. Zebânî (Cehennem Meleği)
Cehenneme gidenlerle meşgul olan melek, cehennemlikleri cehenneme atmaya memur edilen melek, cehennem bekçisi. Çoğulu "zebâniyyûn"dur. Bu manalardan ayrı olarak polis ve zabıta manalarına da gelmektedir. Cehennem bekçisi olan zebânîler, azap melekleri diye tavsif edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm diliyle zebânî, "Cehennem koruyucusu"dur. Halk inançlarında zebânî karşılığında "mâlik" kelimesi de kullanılır.
Kur'ân-ı Kerîm'in altı ayrı sûresinde dokuz âyette [60] "zebânî" kelimesine atıflar vardır. Kelime açık olarak ve "ez-zebâniyye" şeklinde yalnız bir âyette [61] geçmektedir. el-Müddessir, 74/30. âyetinde zebânilerin sayısının 19 olduğu açıklanmış, onların melek olduğu özellikle belirtilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'deki "zebânî" kelimesinin atıf şeklinde geçtiği âyet meâllerinin ilgili cümleleri şöyledir:
"Biz o ateşin bekçiliklerine meleklerden başkasını memur etmedik" [62] ; "Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanla taştır. O ateşin üzerinde iri gövdeli sert tabiatlı melekler vardır..." [63]
"O küfredenler, ayrı ayrı bölükler halinde cehenneme sürüldü. Nihayet oraya geldikleri zaman onun kapıları açıldı. Cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi..." [54] , "(Zebânilere); Tutun onu da denilir, sürükleyerek cehennemin tâ ortasına götürün".[64] Bu meâller dikkatle incelendiğinde el-Müddessir, 31 ve ez-Zümer, 44/71 âyetlerinde zebânilerin "Cehennem bekçileri" ve "Melek" oldukları, et-Tahrîm, 6 âyetinde ise cehennem görevlisi zebânîlerin "Sert tabiatlı melekler" olduğu açıklanmıştır. Ed-Duhan, 47. âyetinde zebânîlerin "Cehennemlik kişileri iteleyerek" cehenneme attıklarına atıf vardır. Zebânî kelimesi bir tek âyette, "Biz de zebânîleri çağırırız" [65] açık olarak geçmektedir.
Müfessirlerin verdikleri bilgilere göre bu âyette geçen "ez-Zebâniyye" kelimesinin özellikle "İten kimse" anlamına geldiği anlaşılmaktadır [66]. Fahruddin er-Râzî "ez-Zebâniyye"yi, "Onlar ehl-i meclis ve ehl-i meşveret olan azap melekleridir ki, şiddetle tutmak ve atmakla cehennemin işlerine memur olmuşlardır" şeklinde açıklamıştır. İnsanları şiddetle cehenneme itmeğe muktedir oldukları için onlara "zebânî" denmiştir.[67]
B.7. Mukarrebîn Melekleri (Mukarreb Melek)
Allah-u teâlânın huzûrunda bulunan melekler. Allah-u teâlâ ile öyle vakitlerim oluyor ki, o zamanlarda, aramıza hiçbir mukarreb melek ve peygamber giremez.[68] Muhammed aleyhisselâma verilmiş olan din, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. Hak olan, doğru olan bu dînin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş alınmıştır. Ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmaktadır. Meselâ, meleklerden bir kısmına rükû etmek emrolunmuştur. Birçoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyâm, yâni ayakta ibâdet etmeleri emredilmiştir. Bunun gibi, geçmiş ümmetlerden bâzısına yalnız sabah namazı emredilmişti . Başkalarına başka vakitlerin namazı emredilmişti. Geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibâdetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri bu dinde emredildi. Bunun için, bu dîni tasdîk etmek, inanmak ve bu dînin emirlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdîk etmek ve hepsine uymak olur
|
|
|