|
|
Âdem Aleyhisselâm Nereye İndirildi ?
Âdem Aleyhisselâm. indiğinde Hindistan toprağında bulunan Serendib Dağı’nin üzerine indi. Bundan dolayı bu vadinin ağaçlarının kokusu güzeldir. Bu, Âdem Aleyhisselâm ile beraber cennet kokusu bulunduğu içindi. Başı bulutlara değiyordu. Bundan dolayı saçları döküldü. Bu durum evladına da geçti. Hazreti Havva da Cidde’ye düştü. İkisinin arasında, yediyüz fersah vardı. Tavus, Hindistan ovasına; yılan Sicistan veya İsfehân’a, İblis ise, Ye’cûc ve Me’cûc seddine düştü. Sicistan yılanın en çok olduğu memlekettir. Eğer savaş olmazsa, yılanlar o şehri yer ve orada onların çoğu yok olur. Ve elbette Sicistan, yılanlardan dolayı bomboş kalırdı. Onlar cennetteyken en güzel haldeydiler.
Allahü Teâlâ Hazretleri, Adem aleyhisselâmı ziraat (çiftçilik) ve kazanma ile mübtelâ etti.
Hazreti Havva’yı, hayız, ip (eğirmek), talak, akıl ve miras noksanlığı ile mübtelâ etti.
Allahü Teâlâ, yılanın ayaklarını karnında ve yiyeceğini de toprak kıldı.
Tavus kuşunun ayaklarını da çirkin etti.
İblise, en kötü ve çirkin şekli verip, onu rezil bir hale getirdi.
Âdem Aleyhisselâm ile Hazreti Havva’nın cennette kalma süreleri, âhiret günleriyle öğle vaktinden ikindi zamanına kadardı. Âhiret günlerinden her bir gün, dünya günleriyle bin sene kadar uzun bir zaman dilimidir.
İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi cilt 1
Âdem Aleyhisselâmın İstiğfar Duası
Ibnü Mes’ûd (r.a.) Hazretlerinden rivayet olundu: Allahü Teâlâ Hazretlerine en sevimli kelime, babamız Âdem Aleyhisselâm’ın hatâ (zelleye) düştüğü zaman, söylediği şu kelimelerdir:
Allahım! Hamdinle seni teşbih ediyorum. Senin adın mübarektir. Şerefin yücedir. Senden başka ilâh yoktur. Ben nefsime zulmettim. Beni bağışla. Senden başka günahları bağışlayan yoktur.“
Ya Rabbi, beni Muhammed (s.a.v.) Hakkı için bağışla!
Yine Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinden rivayet olundu: Âdem Aleyhisselâm dua ederken:
Ya Rabbi! Beni Muhammed (Mustafa) s.a.v. hazretlerinin hakkı için bağışla” dedi. Allah:
Muhammed Mustafa’yı nereden biliyorsun,” dedi. O:
Sen beni yaratıp içime ruh üflediğinde gözlerimi açtım. Arşın direklerinin üzerinde Lailaheillallah Muhammedenrasulullah Allah’dan başka ilah yoktur. Muhammed Allah’ın rasûlüdür” yazılıydı. Oradan muhlûkatinin en şereflisi ve en üstünü olduğunu anladım. Çünkü sen onun adını kendi adına yakınlaştırdın,” dedi. Allah:
Evet!” dedi. Ve böylece Âdem Aleyhisselâm, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin şefaatiyle bağışlandı.
Âdem Aleyhisselâm, cennetten indirilme anında söylediği ilk sözler şunlar:
Ya Rabbi! Sen vasıtasız olarak beni kudret elinle yaratmadın mı?” Allah:
Evet”, dedi. Âdem Aleyhisselâm:
Beni cennetine yerleştirmedin mi?” Allah:
Evet,” dedi. Âdem Aleyhisselâm:
Ya Rabbiî Senin gadabın rahmetini geçmedi mi?” Allah:
Evet!” dedi. Adem Aleyhisselâm:
Ya Rabbi! Eğer ben kendimi düzeltir, sana döner ve tevbe edersem, sen beni yine cennetine koyar mısın?” Allah:
-”Evet” dedi.
İşte bu kelimeler, insanî ahidlerdir. Ademî mîsâk ve sözleşmelerdir. Halifeden, Hak Teâlâ Hazretlerine yapılan Rabbânî münâcâtlardır. Böylece Âdem Aleyhisselâm, masiyyetinden dönmekle, zellesini (günahını) itiraf etmekle, hatâ ve unutkanlığından dolayı özür dilemekle Allaha tevbe etti. (0 da) tevbesini kabul etti.” Yani Rabbi ona rahmet ve tevbesini kabul etmekle döndü.
İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi cilt 1
..
ADEM ALEYHİSSELAM’IN YARATILIŞI . ( Adem Aleyhisselam’ın Topragı )
ADEM ALEYHİSSELAM’IN YARATILIŞI
ADEM ALEYHİSSELAM’IN YARATILIŞI . ( Adem Aleyhisselam’ın Topragı )
Veheb bin Münebbih Hazretleri buyurdular ; Allahü Teala Hazretleri , Adem Aleyhisselam’ı yaratmayı murat ettiği zaman, yeryüzüne vahyetti yani yeryüzüne anlattı ve ona ilham etti.
‘’ Ben senden halife kılacagım, onlardan kim bana itaat ederse onu Cennetime koyarım ve onlardan kim bana asi olursa onu da Cehenneme koyarım.’’ Dedi. Yeryüzü ( Toprak ) ;
‘’ Benden bir varlık yaratacaksın da o da Cehennemlikmi olacak?’’ diye sordu : Allahü Teala Hazretleri:
‘’ Evet ‘’ dedi. Yeryüzü ( arz ) ağlamaya başladı. Topragın ağlamasından, kendisinden kıyamete kadar akacak olan pınarlar fışkırdı. Allahü Teala Hazretleri, yeryüzünün dört zaviyesinden toprağın siyahından,beyazından,kırmızısından,güzelinden ve ovasından kendisine bir avuç toprak getirmesi için, Cebrail Aleyhisselam’ı yeryüzüne gönderdi. Cebrail Aleyhisselam,yeryüzünden toprak almak için geldiğinde, toprak şöyle yalvardı :
‘’ Benden toprak alman için gönderen Allah’ın aşkına, benden bir şey alma,’’ diye yakardı.Çünkü Sultana yaklaşmakta birçok menfeatler olduğu gibi, büyük bir tehlıke de vardır.
Cebrail Aleyhisselam,ondan bir şey almadan mekanına geri döndü.
‘’ Yeryüzü senin büyük adına yemin ederek bana yalvardı.Bunun üzerine ondan birşeyı almayı kerih ( çirkin ve kötü ) gödüm.
Allahü Teala Hazretleri, Mikail Aleyhisselam’ı gönderdi. Mikail Aleyhisselam , yeryüzüne indi.Yeryüzü, Cebrail Aleyhisselam’a dediğinin aynısını söyledi. Mikail Aleyhisselam,bir şey almadan geri döndü ve Cebrail Aleyhisselam’ın söylediğinin aynısını söyledi.
Allahü Teala Hazretleri, İsrafil Aleyhisselam’ı gönderdi. İsrafil Aleyhisselam da bir şey almadan döndü, Cebrail Aleyhisselam’ın dediği gibi mazeret beyan etti.
Allahü Teala Hazretleri, ölüm melegi ( Azrail Aleyhisselamı ) gönderdi. Azrail Aleyhisselam, yeryüzüne geldiğinde, arz (yeryüzü ) ona:
‘’ Seni gönderen Allah’ın izzet ( ve üstünlüğüne ) sığınırım. Bugün benden alacagın bir avuç toprak yarın Cehennemde olacak ‘’ dedi, Azrail Aleyhisselam:
‘’ Bende o yüce ve aziz olan Allah’ın bie emrine asi olmaktan ona sığınırım,’’ dedi. Azrail Aleyhisselam, yeryüzünün dört köşesinde ( açı ve boyutunda ) kırk zira kadar bir avuç toprak kapıp aldı. Bundan dolayı topraktan yaratılan insan oglu, yeryüzünün değişik renklerinden dolayı değişik renk ve vasıflarda dünyaya gelmektedirler. Onlardan kimi beyaz,siyah,kırmızı, yumuşak ve serttir. Bütün zürriyet bu avuç topraktan oldu. İnsanın bedeninin aslı bu topraktır. İnsan vefat ettiği zaman, topragın alındığı yere defnedilir. Azrail Aleyhisselam bu toprağı aldıktan sonra göğe yükselir. Allahü Teala Hazretleri, Azrail Aleyhisselam’a sordu :
‘’ Yeryüzü sana yalvardığında ona rahmet edip acımadın mı ?’’ dedi. Azrail Aleyhisselam :
‘’ Ya Rabbi ! Senin emrinmi üstün, yeryüzünün yalvarması mı ? ‘’ dedi. Allahü Teala Hazretleri buyurdular:
‘’ Sen onun enladının ruhlarını kabzetmeye ( almaya ) elverişlisin.’’ Buyurdu.
Ravzatül-ulema’da buyuruldu : Yeryüzü Allahü Teala Hazretleri’ne şikayette bulundu:
‘’ Ya Rabbi ! ( İnsanın yaratılması için benden alınan toprak ile ) ben eksiliyorum.’’ Dedi. Allahü Teala Hazretleri:
‘’ ( Senden alınan toprağın ) en iyi ve en güzel kokar bir şekilde elbette sana geri iade edeceğim.’’ Buyurdu. Onun için cenazelere misk ve güzel kokular sürülmektedir.
Adem Aleyhisselam nerede yaratıldı ?
Allahü Teala Hazretleri, Azrail Aleyhisselam’a emretti. Adem Aleyhisselam için yeryüzünden alınan topragı,Mekke ile Taif arasında bulunan Nu’man vadisine koydu. Bu topragın yarısını Cennette ve diğer yarısını ateşe koyduktan sonra onu orada Allahü Teala Hazretlerinin dilediği zamana kadar terk etti. Sonra onu çıkarttı.Sonra üzerine ‘’ Kerem ‘’ yağmurunu yağdırdı. Onu yapışkan bir çamur haline getirdi. Allahü Teala Hazretleri, o topraktan Adem Aleyhisselama suret ve şekil verdi.
Adem Aleyhisselamın yaratılışında yaratıldığı yer hakkında ihtilaf ettiler. Bazı alimler tarafından denildi ki: Adem Aleyhisselam,gökte yaratıldı,Bazıları dünya cennetlerinden bir cennette yaratıldı.Nil’in ve diğer nehirlerin kendisine aktığı cennetler gibi.Müfessirlerin coguna göre, Adem Aleyhisselama ‘’ Adn cennet’’inde yaratıldığı ve oradan çıkarıldıgı görüşündedir.
Adem Aleyhisselamın yaratılışı
Hadis-i kudsi’de buyuruldu : ‘’ Ben Adem’in topragını kırk sabah ( yed-i ) kudretimle yoğurdum.’’
Yani kırk gün, ( o alemin her günü ) dünya seneleriyle tam bin sene kadar uzun bir zaman dilimidir. Sonra Allah onu kırk yıl terk etti yani olduğu gibi bıraktı. Ta kuruyasıya kadar. Adem Aleyhisselam’ın çamuru ‘’ salsal ‘’ ( kuru balçık ) haline geldi. Salsal, kurumuş bir çamurdur.Gayet kuruduğu için ‘’ fehhar ‘’ yani balçıktan yapılan çanak,çömlek, testi ve bardak gibi ses veriyordu. Sonra Allahü Teala Hazretleri onun üzerine tam otuz dokuz (39) yıl ‘’ hüzün ‘’ üzüntü yagmurunu yağdırdı. Sonra onun üzerine bir sene de ‘’ sürur ‘’ yani sevinç yağmurunu yagdırdı. Bundan dolayı insan olgunun düşünce ve üzüntüleri çok olur. Lakin ekıbeti sevinçle biter.
Melekler, Adem Aleyhisselamın ( daha kuru çamur halinde olan cesedine ) uğrayıp geçiyorlardı. Adem Aleyhisselam’ın suret ve şeklinin güzelliğine ve boyunun uzunluğuna taaccubla bakıp hayran kalıyorlardı. Çünkü uzunluğu beşyüz zira idi. Amma hangi zira ile beşyüz zira olduğunu ancak Allah bilir. Adem Aleyhisselam’ın başı göklere degiyordu. Melekler daha önce ona benzeyen bir suret görmemişlerdi.
İblis ona uğradı, Adem Aleyhisselam’ı gördü. Ona, niçin hangi iş için yaratıldın dedi.İblis eliyle Adem Aleyhisselam’ın salsal halindeki cesedine vurdu. ( Çıkardığı sesten ) içinin boş olduğunu anladı. İçine girip öbür tarafından cıktı. İblis beraberindeki meleklere: Bu boş olarak yaratılmış ! Bir yerde sabit kalamaz ve dayanılmaz, dedi. Sonra meleklere :
‘’ Siz bunun sizden daha faziletli olduğunu mu sanıyorsunuz? Siz ne yapıyorsunuz? ‘’ dedi. Melekler :
‘’ Biz Rabbimize itaat ediyoruz,’’ dediler. Şeytan kendi kendi-ne şöyle söylendi: Eğer bu benden faziletli yaratılırsa vallahi ben ona itaat etmem.Eger ben ondan üstün olursam elbette onu helak edecegim.’’ Akıbeti söyledigi gibi oldu. Tükrüğünü azgında topladı ve sonra tükrüğünü Adem Aleyhisselam’ın salsal halindeki cesedine fırlattı. Melun şeytanın tükrüğü, Adem Aleyhisselam’ın göbeginin olduğu yere düştü. Allahü Teala Hazretleri, Cebrail Aleyhisselam’a, Adem Aleyhisselam’ın karnından şeytanın tükrüğünü oyup çıkarmasını emretti. Cebrail Aleyhisselam’ın oymasıyla Adem Aleyhisselam’ın karnı kazılmış oldu.
Köpeğin yaratılışı
Cebrail Aleyhisselam’ın oyup çıkardığı Adem Aleyhisselam’ın göbeginden köpek yaratıldı.Köpekte üç izellik vardır.
1.Köpek Adem Aleyhisselam’ın çamurundan yaratıldığı için, insan olguna ünsiyet ve yakınlık etmektedir.
2.Gecelerin çoğunu uykusuz geçirir, Cebrail Aleyhisselam onun çamuruna dokunduğu için.
3. İnsan ve başkasını ısırır.Kendisine eziyet edildiği halde köpek sahibine ihanet etmez. İblisin tükrüğünün eser ve izi olarak.
Adem Aleyhisselam’a ruh verilme zamanı
Adem Aleyhisselam, Cuma günü ikindiden sonra yaratıldı.Yeryüzünden alınan topraktan yaratıldığı için kendisine ‘’ Adem ‘ adı verildi. Çünkü Adem Aleyhisselam, topragın her çeşidinden yaratıldı. Allahü Teala Hazretleri, Adem Aleyhisselam’a ruh üflemek istediği zaman, ruh’a Adem Aleyhisselam’ın içine girmesini emretti. Ruh:
‘’ Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir.’’ Dedi. Allahü Teala Hazretleri, ikinci kere emredince yine:
‘’ Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir.’’ Dedi. Üçüncü kere emredince yine:
‘’ Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir.’’ Dedi. Allahü Teala Hazretleri:
‘’ Ey ruh! Kerhen yani istemeyerek de olsa gir: kerhen de yani istemiyerek de çık. Bundan dolayı ruh bedenden ancak ( kerhen ) istemeyerek çıkar. Ruh, Adem Aleyhisselam’ın içine girdiğinde, Adem Aleyhisselam’ın başına,alnına,kulaklarına ve dillerine girmeye başladı. Sonra ruh, bütün cesedine sirayet etti. Hatta ruh ayaklarına indi. Ruh, çıkış yeri bulamadı. Burnuna geldi. Burnuna gelince aksırmaya başladı. Aksırdığı zaman, Rabbi ona:
Elhamdülillahirabbilalemin ‘’ Hamd alemrin Rabbine mahsustur.’’ Dedi. Adem Aleyhisselam,’’ Elhamdülillahirabbilalemin ‘’ deyince, Allahü Teala Hazretleri, ona’’ Yerhamkellah ‘’ Allah sana rahmet etsin dedi. Allahü Teala Hazretleri : ‘’ Ey Adem seni bunun için yarattım’’ buyurdu. Ruh dizlerine kadar indiğinde, Adem Aleyhisselam, sıçrayarak ayağa kalkmak istedi.Ayağa kalkamadı.Buna gücü yetmedi. Ruh ayaklarına ulaşınca, ayağa kalktı. Allahü Teala Hazretleri, ‘’Ve kanel insane acüle’’ insan pek acelecidir, Huligal insane min acel ‘’ insan aceleci olarak yaratılmıştır’’ buyurdu.Böylece Adem Aleyhisselam, et,kan,kemik,sinir ve barsakları ( iç organları olan ) bir beşer ( insan )haline geldi. Sonra Allahü Teala Hazretleri ona , tırnaktan elbise giydirdi. Cesedi her gün, ziyadeleşmeye başladı.Hızla gelişti. Cesedinde dokuz kapı vardı. Başında iki kulak açıldı. Onlar ile işitmeye başladı. İki göz açıldı. Gözler ile görmeye başladı.İki burun deliği açıldı. Burun delikleriyle her tğrlü koku ve nefes aldı.Bir ağız açıldı.Ağzın içinde dili olup onunla konuşmaya başladı.Kendisine damak verildi.Damak ile her şeyin tadını buldu.İki kapı da cesedine açıldı. Onlar ön ve arkasıdır. Bunlardan da yediklerinin ve içtiklerinin ağırlıkları çıkmaktadır.
Allahü Teala Hazretleri, Adem Aleyhisselam’ın: aklını dimağına,iştahını böbreklerine,Gadabını karaciğerine,şeceatini ( cesaretini ) kalbine, rağbetini ( bir şeye yönelmesini ) akciğerine, gülmesini dalağına, sevinç ve üzüntüsünü yüzüne koydu. Adem Aleyhisselam’ı, kemikle işitir,yağ ile görür, et ile konuşur ve kan ile bilir hale getiren Allahü Teala Hazretleri gerçekten noksan sıfatlardan münezzehtir. Adem Aleyhisselam, tam tesviye edilince, her şeyi kendisine verilince ona kendi ruhundan üfledi.
Adem a.s. ve Kelb
Allahü Teala Adem a.s.in cesedini yaratip henüz ruh üflemeden Cennetin kapisi önüne koymustu.
Iblis oradan gecerken´´Eger benden üstün kilinirsa elbette ona isyan ederim,Yok ,ben ondan üstün kilinirsam elbette onú helak eder,öldürürüm´´demisti.
Sonra tükürügünü agzinda topladi ve Adem a.s.in (kuru camur halindeki)cesedine tükürdü.şeytan aleyhillane´ nin tükürügü Adem a.s.in göbeginin bulundugu mahalle isabet etti.AllahuTeala oradan tükürük miktari kesilmesini emr etti.
Bu kesilmeden dolayi göbek mahalli cukurlasti.
Allah-ü teala o camurdan köpegi yaratti.
BU SEBEBLE KELBDE 3 HASLET VARDIR:
1-Ademogluna ünsiyet (yakinlik) sahibine sadakat,Onun topragindan yaratildigi icin.
2-Seher vakti uyanikliginin uzun olmasi.Cebrail a.s.in dokunmasinin bir eseri oldugu icin.
3-Insani ısırmasi şeytani lainin tükürügünden oldugu icin.
Hz. Adem’in Kur’an’da Anlatılan Kıssasından Bazı Ders ve İbretler
Hz. Adem topraktan yaratılmıştır. İnsanın topraktan yaratılması, bir yönüyle Allah’ın yüce kudretine delil olurken, bir yönden de insana bir hatırlatmadır: “İşte senin aslın, hakir/âdi bir çamurdur. Büyüklenmeye hakkın yoktur.” O yüce kudret olmasaydı, çamur nasıl insan haline gelebilirdi? O çamura üflenen ilâhî ruh onu canlandırıyor, hareketli ve şuurlu hale getiriyor. Bu, insanın iki boyutlu olduğunu da gösterir: Topraktan meydana gelen maddî ve beşerî boyutu, ilâhî ruhtan üflenen ve Allah’ın isimleri öğretmesinden oluşan manevî, ruhî ve ilmî yönü, halifelik boyutu. İnsan, kendine verilen yetenekler sayesinde mayasındaki çamurluğu, yani değersizliği, düşük bir seviyeyi de seçebilir; kendisine üflenen ilâhî ruh yönüne meylederek yüceliği, üstünlüğü, ilâhî ahlâkı da seçebilir.
Çamur, durağanlığı, hantallığı, bir yerde çöküp kalmayı; ruh ise hareketi, canlılığı, çabayı ve gayreti işaret eder. İnsan mayasındaki çamur alçaklığa, ruhu ise yüceliğe meyillidir. İnsanı ancak ilâhî ruhtan gelen bilinç, olgun harekete yöneltebilir. (5) İnsanlar arasındaki mesafe, çamur ile ilâhî ruh arasındaki mesafe kadar olabilir.
Meleklerin Hz. Adem’e secdesi, insana verilen değerin göstergesidir. Başta melekler olmak üzere yeryüzünde hemen her şey insanın hizmetine verilmiştir. Her şey, insanın önünde âdeta melekler gibi secde etmektedir. Bu hizmetten ise yalnızca İblis kaçınmaktadır. O, bu evrensel değerleri ve nizamı inkâr ederek bu âhengin dışında kalmıştır. Avrupa’da ortaya çıkan Hümanizm, insana verilen bu ulvî değerin yanında hiçbir anlam ifade etmez.
Hz. Adem’in Kur’an’da anlatılan kıssası, bütünüyle yaratılışın ve insanlığın hikâyesidir. İnsan hayatının nasıl başladığını, nasıl devam etmesi gerektiğini ve nereye varacağını haber veriyor. Âdem kıssası, insanın yüksek mertebesini, kendisine melekler dahil bütün yerdeki varlıkların hizmet ettiği yeryüzü halifeliğini ve bunun sorumluğunu hatırlatıyor. Yeryüzünde halife kılınan insan, ancak emanet yükünü hakkıyla taşırsa bu görevini hakkıyla yerine getirebilir. Adem kıssası, insanı Allah’ın emrine uymaya, yasaklarından kaçmaya alıştırıyor, İblis’in düşmanlığını hatırlatıyor.
Hz. Âdem’in Peygamberliği
Hz. Âdem, ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamberdir. Hz. Adem, yeryüzüne indirildikten sonra, Cenab-ı Allah, insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva’dan türetmiştir. “Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Âdem’den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva’yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbiniz’e ittika edin, O’na karşı gelmekten sakının.” (4/Nisâ, 1)
Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine mâruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl ve vicdan (kalp gözü) vermiştir. Cenab-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır ve kemâl yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenab-ı hak peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halifeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olan, iyilik ve sevab terazileri ağır gelenler cennete girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zât, Allah’ın doğrudan doğruya vâsıtasız konuştuğu ataları Hz. Adem’di.
Hz. Adem’in peygamberliği, Kur’an âyetleriyle sâbittir. Kur’an, Adem’e Allah’ın emir ve nehiylerini haber verir. Kendisine gelen o emir ve yasaklar, vahiy vasıtasıyla bildirilmiştir. Yine Kur’an’da geçen Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (5/Mâide, 27) Hz. Adem’e vahiy ile bildirilmiştir. Kur’an’da Hz. Âdem’in peygamliğe seçildiğinin anlatılması için “ıstafâ” -seçti- (3/Âl-i İmran, 33) kelimesi ile “ictebâ” -seçkin kıldı- (20/Tâhâ, 122) kelimeleri kullanılıyor. Bu kelimeler Kur’an’da diğer peygamberler için de kullanılmaktadır. Hz. Adem’in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu Zerr, Peygamberimiz’e “Ya Nebiyyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.): “Âdem’dir.” dedi. Ebu Zerr, “Ya Rasülallah, o nebî oldu mu?” diye sorunca, Hz. Peygamber: “Evet o mükellem bir nebî (Allah’ın kendisiyle vâsıtasız konuştuğu peygamber) idi” dedi. (Müsned-i Ahmed bin Hanbel, V/265) Diğer bir hadis-i şerifte de Kıyâmet gününde, diğer nebîler gibi Hz. Adem’in de bir peygamber olarak Rasulullah’ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir (Tirmizî, II/202) Hz. Âdem’in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.
Hz. Âdem’e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı Allah, Hz. Adem’i yaratırken, maddesi olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsait bir hale getirdi. Nihayet şekil ve sûretinin tesviyesini/düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir. “Rabbin o zaman meleklere demişti ki: ‘Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatini) tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın.’ Bunun üzerine İblis’ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah: ‘Ey İblis, iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?’ buyurdu. İblis dedi: ‘Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (38/Sâd, 71-76)
Cenab-ı Allah, böylece Hz. Adem’i en mükemmel bir şekilde yarattı. Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allah ona, haydi şu meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyetinin selâmlaşma örneğidir, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Adem meleklere: “Es-selâmü aleyküm” dedi. Onlar da “Es-selâmü aleyke ve rahmetullah” diye karşılık verdiler. Adem, insanların büyük atası olduğu için, Cennete giren her kişi, Âdem’in bu güzel sûretinde girecektir. Hz. Âdem’in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Peygamberimiz zamanında) sona erdi. (Buhâri, Halk-ı Âdem 2 (IV/102); Tecrîd-i Sarih Terc. IX/76, hadis no: 1367)
Hz. Âdem’in Yaratılışı
Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı kesindir. “Allah nezdinde (yaratılış bakımından) İsa’nın durumu Âdem’e benzer. Allah, onu topraktan yarattı; sonra ona ‘ol!’ dedi ve oluverdi.” (3/Âl-i İmran, 59) Bu ayet, bu iki peygamberin yaratılışlarındaki olağan üstü duruma işaret eder. Allah, Hz. Adem’i topraktan yarattı (11/Hûd, 61; 20/Tâhâ, 55; 71/Nuh, 18). Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irâde ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir. “Sizi (aslınız Adem’i) topraktan yaratmış olması O’nun âyetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz.” (30/Rûm, 20)
Genellikle sahih kabul edilen bir hadis-i şerife göre Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından alınan toprak örneklerinin birleşiminden yaratmıştır. Bu toprağın çeşitliliğinden dolayı da Âdem’in nesli değişik karakterler taşır. “Allah Teâla Adem’i yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat/huy bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler.” (bkz. Ebû Dâvud, Sünnet 16; Tirmizî, Tefsir 1, 3; Müsned-i Ahmed, IV/400, 406).
Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hal ve safhalardan geçirmiştir:
“Ve Alleme Âdeme’l-Esmâe Külleha” Ayeti Neler Anlatmaktadır ?
Sure-i Bakara (31. Ayet)’daki bu ayetin meal-i münifi “Allah (cc) Hz. Adem’e bütün esmâyı talim etti” şeklindedir. Malum! İsimlerin Hz. Adem’e öğretilmesi, Kur’ân-ı Hakimde, Hz. Adem’in hilafetinin bahis mevzuu edildiği yerde ele alınır. Melekler, insanın cibilliyet ve mâhiyetindeki bir kısım unsurlardan ötürü, yeryüzünde fesat çıkaracağı, kan dökeceği istibsarı (önsezi) ile, Cenab-ı Hakk’a mukabelede bulunurlar. Yani: “Ya Rab insanın mâhiyetine bakınca, bu, kan döker, insan öldürür, nifak çıkarır gibi görünüyor…” derler. Tıpkı, insanın yüzündeki hatlardan onun ruh ve mahiyetini okuyan insanlar gibi; melekler de, Hz. Adem’in mânevî simasında bunu görürler. Çünkü, yerin çamurundan, hamurundan alınan bir varlığın simasında bunlar yazılıydı… Onda, ilâhî nefhaya ait başka şeyler de yazılıydı ama, Melâike-i Kiramın gözüne birinci şık ilişmişti. Evet, bir yönü toprak, diğer yönü nefha-i ilâhî olan insan. Toprak yönü ile onda, şehvetler, kaprisler, hırslar, kinler, nefretler vardı; nefha-i ilâhî yönüyle de, A’lâ-yı İlliyyîne çıkıp, ahsen-i takvim suretini alacak ve Mele-i A’lânın sâkinleri arasına girecek bir kabiliyeti bulunuyordu.
İşte, melekler, Adem’in cismâniyetine ait bu vaziyeti hissedip, Cenab-ı Hakk’a istifsârda bulundular. “Yeryüzünde nifak çıkaran, kan döken birisini mi yaratacaksın?” Allah (cc) da melekleri imtihan için önce Adem’e Esmayı talim buyurdu; (Esmâ, isimler demektir) yani, taş, ağaç, kandil, toprak, avize vs… gibi şeyleri. Fakat mücerred esmâ bir şey ifade etmeyeceğinden, esmânın verâsında mücmel olarak müsemmâyı da O’na öğretti. Esasen kâinatta her şey, isim ve ismin delalet ettiği müsemmâ itibariyle iki yönü olan bir vahittir. Bu itibarla, Hz. Adem’e isimleri öğretti demek, dolayısıyla isimlerin delalet ettikleri şeyleri de talim etti demektir. Hz. Adem’e icmalen öğretilen isimlerin tafsilini Allah, Hz. Muhammed’e (sav) talim buyurmuştur. Evet, Hz. Adem’e okutulan fihristin bir kitap olarak tafsilatı Peygamberimize (sav) anlatılmıştır.
“Ve Alleme Âdeme’l-Esmâe Külleha” Ayeti Neler Anlatmaktadır ?
Sure-i Bakara (31. Ayet)’daki bu ayetin meal-i münifi “Allah (cc) Hz. Adem’e bütün esmâyı talim etti” şeklindedir. Malum! İsimlerin Hz. Adem’e öğretilmesi, Kur’ân-ı Hakimde, Hz. Adem’in hilafetinin bahis mevzuu edildiği yerde ele alınır. Melekler, insanın cibilliyet ve mâhiyetindeki bir kısım unsurlardan ötürü, yeryüzünde fesat çıkaracağı, kan dökeceği istibsarı (önsezi) ile, Cenab-ı Hakk’a mukabelede bulunurlar. Yani: “Ya Rab insanın mâhiyetine bakınca, bu, kan döker, insan öldürür, nifak çıkarır gibi görünüyor…” derler. Tıpkı, insanın yüzündeki hatlardan onun ruh ve mahiyetini okuyan insanlar gibi; melekler de, Hz. Adem’in mânevî simasında bunu görürler. Çünkü, yerin çamurundan, hamurundan alınan bir varlığın simasında bunlar yazılıydı… Onda, ilâhî nefhaya ait başka şeyler de yazılıydı ama, Melâike-i Kiramın gözüne birinci şık ilişmişti. Evet, bir yönü toprak, diğer yönü nefha-i ilâhî olan insan. Toprak yönü ile onda, şehvetler, kaprisler, hırslar, kinler, nefretler vardı; nefha-i ilâhî yönüyle de, A’lâ-yı İlliyyîne çıkıp, ahsen-i takvim suretini alacak ve Mele-i A’lânın sâkinleri arasına girecek bir kabiliyeti bulunuyordu.
İşte, melekler, Adem’in cismâniyetine ait bu vaziyeti hissedip, Cenab-ı Hakk’a istifsârda bulundular. “Yeryüzünde nifak çıkaran, kan döken birisini mi yaratacaksın?” Allah (cc) da melekleri imtihan için önce Adem’e Esmayı talim buyurdu; (Esmâ, isimler demektir) yani, taş, ağaç, kandil, toprak, avize vs… gibi şeyleri. Fakat mücerred esmâ bir şey ifade etmeyeceğinden, esmânın verâsında mücmel olarak müsemmâyı da O’na öğretti. Esasen kâinatta her şey, isim ve ismin delalet ettiği müsemmâ itibariyle iki yönü olan bir vahittir. Bu itibarla, Hz. Adem’e isimleri öğretti demek, dolayısıyla isimlerin delalet ettikleri şeyleri de talim etti demektir. Hz. Adem’e icmalen öğretilen isimlerin tafsilini Allah, Hz. Muhammed’e (sav) talim buyurmuştur. Evet, Hz. Adem’e okutulan fihristin bir kitap olarak tafsilatı Peygamberimize (sav) anlatılmıştır.
Cenab-ı Hak, talim-i esmâ ünvanı ile, Hz. Adem’in halife olduğunu göstermiştir. Arz in edîminden, yani, yerin yüzünden alınan maddelerle yaratılan ve Adem ismiyle yadedilen Hz. Adem, Muhyidin İbn-i Arabi’nin Fusus’ul Hikeminde anlattığı gibi, Allah’ın (cc) yeryüzünde halifesi ve makam-ı cem’in sahibidir. Eşyaya Adem merceği ile bakılırsa, “vahdet-i vücut” görülür. İnsan yeryüzünde Allah’ın matmah-ı nazarıdır ve o, câmi-i esmâıdır. Makam-ı farkın değil; makam-ı cemin sâhibidir. Allah, bu önemli mansıbın Hz. Adem’e ihsanını talim-i esmâ ünvanıyla ifade etmiştir.
Demek oluyor ki, Allah Hz. Adem’e bütün ilimlerin hülâsasını ilham etti. Bu sayede Hz. Adem bir taraftan dinî hakikatların hülasasını, diğer taraftan kimya, fizik, astronomi, tıp gibi ilim ve fenlerin hülasasını vahyen öğrendi. Yani, bu mevzudaki temel kaide ve esas prensipleri; yoksa, ilim ve fenlerin nihayet hududuna kadar tafsilatını değil. Evet, bunlar mücmel şeyler, belki de bir kısım remizlerle ifade edilen şeylerdi. Bu kadarı bile çok muazzam idi ki, Melâike-i Kirâm’a arz edildiği zaman bilemediler.
Bu bilememe meselesinde, şöyle bir husus anlaşılabilir: Alem-i cismâniyet, Alem-i ervahtan daima farklıdır. Bizler bir yanımızla cismani âleme ait varlıklarız. Bunun gibi, müşahede ettiğimiz şu tabiat kitabının her bir parçası da, yine cismani aleme ait şeylerdir. Cismaniyete ait, canlı-cansız tablolar, bir ölçüde cismanî olmayanlar tarafından tam bilinemez. Meselâ cismanî âlemde görme, duyma buudları vardır ki, bu buudların dışına çıkılamaz. Meselâ, insanlar görülebilecek şeylerin ancak milyonda beşini görür, verasını göremezler. Ne var ki, bu görme, duyma da, yine cismani âlemde olur. Halbuki Melâike-i Kirâmın görüş’ ve duyuş buudu tamamen başkadır. Çünkü onlar ruhânidirler. Onun içindir ki, bir kısım ecsâm-ı lâtîfe, hattâ ruhaniler ve cinniler, alem-i şehadeti seyretmek için, cismanî olan bir varlığın gölgesi altında, onun ceset adesesini kullanır, onun gözüyle alem-i cismaniyi seyrederler. Senin nazarında, şu kevn ü fesaddaki keyfiyet, cismanî olanlardan tamamen başkadır. Melaike-i Kiram, baharı, yazı; çiçekleri, haşeratı, hevamı senin gördüğünden farklı görürler. Evet, onlar değişik buudlardan baktıkları için, senin bakış, görüş, duyuş ve hazzedişinden çok değişik şeyler müşahede ederler. Cenab-ı Hakkin Hz. Adem’e (as) talim ettiği esmâ, âyât-ı tekviniye, şeriat-ı fıtriye ve kâinatta cari kanunlara ait mücmel hakikatlardı. Cism-i latif olan Melâike-i Kiram, kesif cismin hassası olan bu şeyleri bir ölçüde bilemedikleri için “Senin öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz. Seni tesbih ve takdis ederiz.” dediler. (Bakara/32)
Bu iki meseleyi telif ettiğimiz zaman, şu neticeye varıyoruz. Cenab-ı Hak, kâinattaki mücmel hakaiki Hz. Adem’e talim etti. Ve bu talim, gelişe gelişe olgunlaştı, kemâle erdi ve Kâmil-i Mutlak, Makam-ı Mahmud’un Sahibi Hz. Muhammed’de (sav) noktalandı. O öğretilecek her şeye mazhar olması cihetiyle, Muhammed, Ahmet, Mahmud ve Hâmid oldu. Yani her şeyi ile hamd-ü senâya giden yolların ayrımından yol gösteren ve etrafı aydınlatan bir zat olarak zuhur etti. Onun mazhar olduğu şeylere, şimdiye kadar kimse mazhar olmamıştı. O, bütün isimlerin mazharı Kur’an-ı Kerim gibi, umum isimleri temsil için gönderildi; Kuran’a göre`Fatiha”ne ise0 da enbiyaya öyle fatiha oldu.
Fatiha’daki 7 âyetin ilk mazharı Hz. Ademdi ve 7 ayetin bir odak noktasıydı. Evet, Hz. Adem 7 sıfatın da nokta-i mihrakiyesiydi. 7 ayet ledünni yönüyle 7 sıfata bakmaktadır. 7 hakikatı göstermektedir.
Namazda insan bu işi tam temsil ettiğinden 7 uzvuyla secde etmekte ve 7 ayete bakmaktadır. Resul-ü Ekrem (sav) ise, Kur’ân-ı Kerim’le tafsil edilen Fatiha’nın tamamına mazhardır. Yani Fatiha, Resul-ü Ekrem’de (sav) tafsil edilmiştir. Onun için O’na (sav) “Ahmed”, Ümmetine, “Hammâdün” ve O’nun (sav) etrafına toplanıp gölgelenilen bayrağına da “Livaü’I-Hamd” denilmiştir.
Evet, talim-i Esma, tafsilen Hz. Muhammed’e (sav) ilham buyurulmuştur. Ne mutlu O’na (sav), ne mutlu bize. Esasen ulüm ve fünun-u müsbete de, yine talim-i esmâ ünvanı altında anlatılmaktadır. Büyük Mürşidin de dediği gibi: “Şu ayetin, insanın câmi istidat ve kabiliyeti cihetiyle mazhar olduğu bütün ilmî kemalât ve fennî terakki’ ve sanat hârikalarını (Talim-i Esmâ) ünvanı ile ifâde ve tâbir etmesinde, şöyle lâtif ve ulvî bir remiz var ki: her bir kemalin, her bir ilmin, her bir terakkinin, her bir fennin âli bir hakikatı var ve o hakikat, ilâhî bir isme dayanıyor. Yoksa, her şey, yarım yamalak bir suret ve nakıs bir gölgeden ibaret kalır.
Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı Cenâb-ı Hakkın Adl ve Mukaddir ismine yetişip, hendese aynasında, o ismin hikmet dolu cilvelerini bütün ihtişamıyla müşahede etmektir. Tıp bir fen ve bir sanattır. O’nun hakikat ve son sınırını yakalamak ise, O Mutlak Hekimin “Şâfi” ismine dayanıp ve O Yüce Yaratıcının yeryüzü çapındaki geniş eczanesinde, O’nun rahmetinin cilvelerini görmek ve hâkiki şifâ verenin O olduğunu bilmekle kâbildir.
Bunun gibi, sair fen ve sanatlar da, her biri, Allah’ın nurlu isimlerinden birine dayandırıldığı, daha doğrusu dayalı oluş keyfiyeti sezildiği ölçüde, önü açılacak, tıkanıklığa maruz kalmayacak ve gerçek değerleriyle bilineceklerdir. Yoksa, faraziye ve nazariyelerin karanlığında, varılsa varılsa evhâma varılır.
Her şeyin doğrusunu en iyi bilen O’dur.
SAYGILRIMLA GİZLİ ALİM___?
|
|
|